Bir Garip Pygmalion veya Biz

Bir Garip Pygmalion veya Biz

Gelişimimize, hayatımızın gidişatına yön verdiğine inandığımız önemli olgular vardır. İnsanlığın içinde nerede durduğumuz, yüzümüzü nereye çevirdiğimiz, geçmişimizi ders sayıp geleceğe güvenli adımlar atmaya çalışmamız gibi..

Bir Garip Pygmalion veya Biz yazısında  Bana Eşlik Eden: Özgür Baba ve Gökçe Es

Psikoloji biliminin gittikçe büyümesi; hatta temel bilim sayılan fiziğin bile genel geçerlerinin günden güne sarsılmasıyla gerçeklerimiz de sürekli bir değişim içine giriyor. Bu değişim(kanımca aynı zamanda gelişim) bizim başarılarımızı, hayat kalitemizi etkileyen gerçeklerimize bir yenisini daha ekledi. Yukarıda bahsi geçen olgular daha çok bizim irademiz dahilinde kazandığımız fakat dış etkenlerin, diğer kişilerin hesaba katılmadığı olgularken; bu yeni gerçek, çevremizin etkisi üzerine ciddi bir ağırlık veriyor.

Daha fazla karmaşıklığa mahal vermeden neden bahsetmek istediğimi açıklayayım:

“Pygmalion Etkisi”

Bahsettiğimiz bu etkiye ismini veren yaşantılarımızın ve dahi araştırmalarımızın birçoğunu içindeki anlatılarla barındırmayı başaran mitolojideki Pygmalion anlatısıdır.

Pygmalion kimdir, olayı nedir dersek..

Pygmalion Kyproslu bir heykeltıraştır, mesleğine tam anlamıyla aşık biridir. Hayattaki tek zevki, yaptığı bu cansız ve dilsiz heykelleriyle ilgilenmektir.

İnsanlardan uzakta tek başına yaşamayı seçmiştir; insanların arasına karışmaz, onlarla konuşmaz, dertleşmez. Heykellerinden başka hiçbir şeye önem vermez ve sabahtan akşama kadar onlarla vakit geçirir, yeni heykeller yapar, dertlerini tasalarını yalnızca onlara anlatır. Pygmalion bu şekilde yaşamına devam ederken Kyproslu Amathonte’in kızları Propoetidler, Afrodit’in (Roma Mitolojisindeki adıyla Venüs) kudretini ve tanrıçalığını reddettikleri için, Afrodit tarafından fahişelere dönüştürülürler ve iddia edilir ki bu kızlar dünya üzerindeki ilk fahişelerdir. Propoetidleri bu halde gören Pygmalion artık kadınlarla da ilgilenmediğine kanaat getirir ve kadınlardan da tamamen uzaklaşır. Bu durum da onu kendi istediği gibi bir kadının heykelini yapmaya iter ve günlerce saatlerin farkında olmadan, sonradan Galatea ismini vereceği heykelini yapmaya başlar.

Pygmalion’ın fildişinden yaptığı bu kadın heykeli o kadar güzel olur ki, yaşayan hiçbir kadın onun güzelliğine yanaşamaz.

Pygmalion ona âşık olmuş halde bulur kendini…

Bir süre, tıpkı çocukların oyuncaklarıyla oynaması gibi Pygmalion da heykeliyle evcilik oynar. Ona çeşit çeşit elbiseler giydirir, küçük kuşlar ve rengarenk çiçekler armağan eder. Gece olunca onunla birlikte uyur, günün birinde heykelin canlandığını hayal eder. Ama sonunda cansız bir şeyi sevdiğini kabul etmek zorunda kalır, içi acıyla dolar.

 

Çağların Soysuzluğu

 

Yine bir gün boynu bükük evine dönen Pygmalion, her zaman yaptığı gibi yine heykelinin karşısına geçer, uzun uzun onu seyreder ve Galatea’yı dudaklarından öper.

Ama öptüğü dudaklar sert ve buz gibi olması gerekirken ılık ve yumuşacıktır. Heykelin canlandığını fark edip büyük bir sevinçle Galatea’ya sarılır, Afrodit yakarışlarını duymuş ve sevgilisini canlandırmıştır. Pygmalion ve Galatea, o günden sonra aşk ve mutluluk dolu bir hayat sürerler.

Beklemediğimiz bir trene yetişemeyiz, beklemediğimiz bir günü yaşayamayız ve biz insanlarda bir beklenti yaratmadan onlardan istediğimizi alamayız.

Pygmalion Etkisi ile ilgili California’da yapılmış bir deneyden bahsetmenin bu etkiyi daha somut hale getireceğini düşünüyorum. Kısaca bahsetmek gerekirse..

California’da bir ilköğretim okulundaki çocuklara IQ testi uygulanıyor ve gerçek sonuçları sadece yetkililer biliyor. Test sonuçları birbiriyle pek fark göstermiyor. Yetkililer, rastgele çocuklar seçerek (çocuklar da gerçek test sonuçlarını bilmiyorlar) öğretmenlere bu çocukların test sonuçlarının ortalamanın üzerinde olduğunu ve ileride başarılı olabileceklerini anlatıyor. Halbuki seçilen çocuklar ortalama seviyedeki öğrenciler.

Bir yıl sonra öğrencilere bir IQ testi daha uygulanıyor ve aslında ortalama seviyede olup, öğretmenlere yüksek seviyede oldukları söylenen öğrencilerde diğerlerine nazaran daha büyük bir gelişim olduğu gözlemleniyor. Özellikle küçük yaşlarda, öğretmenlerin öğrencilerin potansiyelleri üzerine olan düşünceleri, öğrencilere karşı davranışlarını ve yaklaşımlarını etkileyerek, çocukların daha başarılı olmasını sağladığı ortaya çıkıyor.

Öğretmenler, potansiyeli olduğunu düşündükleri çocuklara derslerde daha fazla ilgi gösterdiklerinden (özellikle olumlu geri bildirimler aldıkları için) bu öğrenciler diğerlerine göre daha fazla gelişebilmişlerdir. Tersi olarak da olumsuz geri bildirim alan öğrenciler de başarılarında bir düşüş yaşamışlardır.

Özellikle bizim gibi az gelişmiş, kültürel gelişimini gerçekleştirememiş toplumlarda mütevazılık zannederek kendimizi olduğumuzdan küçük görme(gösterme) eğilimi içinde oluruz. Bunun bize dar da olsa huzurlu bir alan sağladığını düşünürüz ama bu alanımızı da kimsenin işgal etmeyeceğinin garantisini kendimize bile veremeyiz.

Ne kadar mücadele gerektirirse gerektirsin gerçek anlamda kendimiz olabilmemiz ve neredeyse istediğimiz tarzda bir yaşam sürebilmemiz için kendimizi ortaya koymalı; aslında sınırlarımızın ne kadar uçsuz bucaksız olduğunu insanlara göstermeliyiz.

 

 

Bizi bu minvalde Rumi hazretleri de destekleyecektir:

 

“Ne olursan ol

Göründüğün kadarsın.

Nasıl görünürsen görün

Karşındakinin seni gördüğü kadarsın.”

 

 

Her geçen zamanda kendimizi bulduğumuz, hakiki dostluk ve muhabbetle kaldığımız günlere..

 

 

 

Bu Yazıyı Paylaş

Emre Değirmencioğlu

Aytin.com Yazarı // Psikolojik Danışman - Eğitim ve Kariyer Danışmanı