Seçimlerin Çığlığa Hapsi

Seçimlerin Çığlığa Hapsi

Sonu mutlu biten bir trajedi mi bekliyoruz yoksa gülmekten çok bizi duygulandıran bir komedi mi ?

Belki de çığlık çığlığa geçen bir pandomimin içinde yer almaktır beklediğimiz.

Zihnimiz şehir çöplüğünün üzerinde uçuşan martılar gibi bedbaht ve karışık, duygularımız ise hangi yönden esen rüzgâra kapılsam merakıyla ilerleyen (aslında başlangıca dönen) bir gemi misali.

Mutluluğa, huzura, sevgiye ve de aşka olan açlığımız gittikçe daha da büyüyor ve buna çözüm bulalım derken seçenekler denizinde boğuluyoruz. Önümüzdeki seçeneklerin bollaşmasıyla birlikte varmak istediğimiz yere bizi götürebilecek yolların çoğaldığını düşünsek de aslında birçoğu çıkmaz sokakla son buluyor.

İnsanın mutluluk ve doymuşluk düzeyini arttırmak ile ilgilenen araştırmacıların bulduğu sonuçların hemen hepsi de çoğalan seçeneklerle birlikte çoğalan mutsuzluk ve doyumsuzluk oluyor.

Hayattan beklentilerimizi ve isteklerimizi düşündüğümüzde bunun gerçekten bir sonu olacağına inanıyor muyuz ?!

Çok istediğimiz bir eve kavuşup içine yerleştiğimizde kendimizi ne kadar da mutlu ve de huzurlu hissediyoruz değil mi ? Peki bir de bu güzel hissin ne kadar sürdüğünü düşünüyor muyuz..

Hayalini kurduğumuz ev, araba, ofis, kadın – erkek ve hayat. Yalnızca sonu gelmeyen ve gittikçe bizi doyumsuzlaştıran bir silsileye yol açıyor.

 

Çünkü eskiden daha iyi olma ihtimali(!) bulunan bir seçenek yoktu

Beni bununla ilgili olarak uyandıran ve düşüncelerimi yönlendiren psikoloji profesörü Barry Schwartz’ın “Seçme Çelişkisi Üzerine” konuşmasıdır. Bu konuşmada profesör bir anısından bahsederek bu durumu örneklendirmeye çalışıyor ve durumu gayet güzel somutlaştırıyor: Eskiden bir kot pantolon almak istediğinde yalnızca bedenine uygun olanı alıyordu.

O zamanlarda pantolonunun fazlasıyla rahatsız ve tekdüze olmasına rağmen herhangi bir sorgulama yapmadığını fakat en son kot pantolon almaya gittiğinde yüzlerce seçeneğin içerisinden rahat ve bedenine oturan bir pantolon almış olmasına rağmen bir şeyleri sorguladığını söylüyor.

Çünkü eskiden daha iyi olma ihtimali(!) bulunan bir seçenek yoktu ve bu yüzden herhangi bir doyumsuzluk da ortaya çıkmıyordu.

 

Renkler cümbüşüne daldığımızı zannedip karanlıklarda uyanıyoruz.

Arayış içinde olmak ne kötülenebilir ne de reddedilebilir.. Fakat çoğunlukla “İyi” olanın yalnız benliğimizle var olabileceğini unutarak arayışa çıkıyoruz. Yolda karşılaştığımız yapay güzelliklere takılarak da aslında bakmamız gereken yeri(kendimizi) bırakıyoruz. Renkler cümbüşüne daldığımızı zannedip karanlıklarda uyanıyoruz.

Daha çok parayla, daha çok itibarla, daha çok çevreyle kendimize inanılmaz bir zenginlik serabı yaratıp çok geçmeden çölün kurak gerçeğiyle tekrar baş başa kalıyoruz.

Kabul etmemiz gerekiyor ki bize iyiyi getiren seçme kabiliyetimiz değil kabullenme kabiliyetimiz. Kabullenmeyi reddettiğimiz ölçüde acı ve kötü olan ne varsa artıyor, sonucu da nihayete varan mutsuzluk.

 

Yansıma

 

Shakespeare’in “Romeo ve Juliet” tragedyasından:

“İyi geceler, iyi geceler!

Ayrılık çok tatlı bir üzüntüdür,

Yarın olana kadar iyi geceler diyeceğim.”

 

Çözüm ne daha da güzel olanı aramak ne de acıdan kaçmaya çalışmak.

Gülmeyi ne kadar çok istiyorsak ağlamayı da o kadar kabullenebilmeliyiz.

 

Bir komedide gülebilmek için trajedinin mutsuz sonunu kabul etmeli, aradığımız pandomimse sessizliğe boyun eğmeliyiz.

Bu Yazıyı Paylaş

Emre Değirmencioğlu

Aytin.com Yazarı // Psikolojik Danışman - Eğitim ve Kariyer Danışmanı